Bilgi ve İletişim Hattı 0332 265 35 43
Makaleler

CİNSEL GELİŞİM

İnsanda cinsel kimlik aşağıdaki faktörlerin bileşimi ile tayin edilir.

  1. Genetik Seks
  2. Gonodal Seks
  3. İç genital organlar
  4. Dış genital organlar
  5. Sekonder seks karakterleri
  6. Psişik seks

Genetik Seks

İnsanlarda 46 (23 çift) kromozom bulunur, bunun 23 tanesi anneden 23 tanesi babadan gelir. Annenin üreme hücresi olan ovumdaki (yumurta) daima X kromozomu bulunmasına karşın babanın üreme hücresi spermde X veya Y kromozomu bulunur. Annenin X kromozomu ile ; babadan gelen Y kromozomu taşıyan sperm birleşirse XX kromozomuna sahip dişi, babadan gelen Y kromozomuna sahip sperm birleşirse XY kromozomuna sahip erkek zigot oluşur.

Gonodal Seks

Genetik seksin kontrolü altında kadın ve erkekte ayrı ayrı üreme hücrelerini içeren gonadlar gelişir. Kromozomun yapısı XY ise testisler, XX ise over(yumurtalıklar) gelişir.

İç Genital Organlar

Testis ve overlerin gelişmesinden sonra bunlardan salgılanan hormonların etkisi ile iç ve dış genital organlar gelişir. Kadınlarda fallop tüpleri, uteus(rahim) ve vajenin gelişimi olur.

Dış Genital Organlar

Dış genital organların farklılaşması, gonadlardan gelecek (testis, over) hormonal uyarı etkisiyle olur. Hormonların dengesizliği yada hedef organa etkisizliği olursa erkek fetus de dış genital organlar kadın tipinde gelişebilir, iç ve dış dudaklar ve vajina oluşabilir. Yada anne dışarıdan erkeklik hormonuna maruz kalırsa kız fetusda dış genital organlarda çeşitli derecede maskulinizasyon olabilir. Klitoris büyüyebilir, dış dudaklar birleşebilir.

Sekonder Seks Karakterleri

Puberte döneminde erkek ve dişi gonadlardan salgılanan hormonların etkisi ile sekonder seks karakterleri dediğimiz dişi ve erkeğe has özellikler belirlenir. Erkeğe veya kadına has vücut kontürleri, erkekte sakal, bıyık ve diğer vücut kıllarının dağılımı, ses kalınlaşması, kadında meme gelişimi gibi özellikler, davranış biçimleri hep sekonder seks karakterleri olarak kabul edilir.

Psişik Seks

Fötal hayatta gonadlardan (testis-over) salgılanan cinsiyet hormonları genital gelişim üzerinde oynadığı önemli rol yanında santral sinir sistemininde maskulizasyonunu yada feminizasyonunu belirler. Fötal hayattaki kritik dönemlerde hormonların santral sinir sistemi üzerine etkilerinin kişinin ileriki yaşamında benimseyeceği cinsel kimliği belirlediği yönünde ipuçları vardır. Ayrıca dış genital organların yapısı sekonder seks karakterlerinin gelişimi ve toplumun kişiye yüklediği cinsel rolde psişik seksi etkileyen diğer faktörlerdir.

NORMAL PUBERTAL GELİŞİM

12-13 yaşlarına gelen çocuklar artık ergenlik dönemine girmişlerdir. Kız çocukları erkek çocuklardan 1-2 yıl önce ergenliğe girmektedir. Ergenlikte vücutta çok ciddi fiziksel değişimler meydana gelir. Ergenliğe girme yaşı iklim, beslenme, genel sağlık durumu gibi çevresel faktörlerle değişebilir. Ekvator ve sıcak bölgelerde 9-10 yaşına kadar inebilirken, kutuplara yaklaşırken bu 14-15 yaşlara çıkabilmektedir. Ergenlik dönemi bedensel gelişimin devrim niteliğinde değişim dönemidir. Alışılagelmiş belirli ölçülerini muhafaza eden beden bu dönemde çok süratli, çok farklı ve çok yoğun değişimler sergiler.

Cinsel kimliği daha da belirginleştiren sekonder seks özellikleri bu dönemde ortaya çıkar. Ergenlikte beyinde salgılanan bazı hormanların etkisiyle yumurtalık ve testislerden hormon üretimi başlar. Bu hormonların etkisiyle erkek çocuğunun boyu bir anda uzar, ses kalınlaşır, kasık bölgesi, koltuk altı ve yüzde tüylenmeler başlar, testisler büyür, penis gelişir ergen bir çocuğun boyutlarına gelir. Penisten ilk meni gelir ve sperm üretmeye başlar.

Kız çocuğunda hızlı boy uzaması, meme gelişimi, kasık, koltukaltı kıllanması ve menarş dediğimiz ilk adeti içeren olayların gelişimi ortalama 4-5 yıl sürer. Menarş yani ilk adetten sonra kız çocuğundaki hızlı büyüme dönemi belirgin şekilde sınırlanır.

Kız çocuklarında yumurtalıklarda yumurta üretimi başlar. Kızlarda ayda bir tane yumurta gelişir buna ovulasyon denir. Kız çocuklarında 2 adet arasındaki süre ortalama 28 gündür.

BÖLMESEL KURAM

Freud bölmesel kurama göre ruhsal aygıtı ruhsal ögelerin bilinç alanına ulaşıp ulaşmamalarına, algılanıp algılanmamalarına göre bölgelere ayrılır.

Freud (1900) ruhsal yapıyı bilinç ve bilinçdışı olarak iki bölgeye ayırmıştır.

Bilinçdışı kavramı ile ruhsal yapıya derinlik kazandırmış ve böylece '’Ruhsal Çatışma’’ kavramına götüren zemini de hazırlamıştır. Ruhsal belirtilerin (semptom) bilinç ve bilinçdışı arasındaki çatışmalardan kaynaklandığı şeklindeki görüşü bunun sonucudur. Freud’a göre bilinçdışı ruhsal yapının en derin ancak en önemli bölgesidir. Bilinçdışının yapıtaşlarını dürtüler oluşturur. Bilinçdışının tek amacı bebeğin anında süt araması gibi, dürtülerin anında ve tam olarak doyurulmasıdır.

YAPISAL KURAM

Freud (1923) eksiklikleri olduğuna inanarak eleştirdiği bölmesel kuramı yapısal kuram ile tamamlamıştır. Yapısal kurama göre ruhsal aygıt 3 işlevsel sisteme ayrılmaktadır. Altbenlik, benlik, üstbenlik.

Id ( altbenlik) ruhsal aygıtın doğuştan getirilen bölümüdür ve bilinçdışının özelliklerini taşır. Dürtüler ıd’ın temel ögeleridir. Id bu özelliği ile bitmez bir güçkaynağıdır. Çünkü ruhsal enerji (güç) dürtülerden kaynak alır ve benliğin (ego) eylemleri için gerekli enerji buradan sağlanır. Dürtüler anında doyum ve boşalım ararlar.

Oral, anal ve genital kaynaklı dürtüsel gereksinimler, aynı zamanda eyleme zorlayıcı içsel uyaranlardır. Organizma bu uyarılarla bir uyarılma durumuna girer. Freud bu uyarılma durumunu '’dürtü’’ olarak tanımlamıştır. Ona göre dürtü bir uyarılma ve gerginlik durumu, değişmiş dengenin yeniden sağlaması çabasıdır. Örneğin açlık veya çiftleşme anındaki heyecan gibi. Ego besin alma yada cinsel doyum sağlama yolları arayarak bu gerginlikten kurtulma, açlık ve cinsel uyarılmadan önceki dengeyi yeniden kurma çabasındadır. Her dürtünün bir amacı ve bir nesnesi bulunur.

Freud saldırgan (agresif) ve cinsel (erotik) dürtülerden kaynaklanan iki değişik enerjinin bulunduğunu ileri sürmüştür. Agresif dürtülerden kaynaklanana '’destrudo’’, cinsel dürtülerden kaynaklanana ise '’libido’’ adını vermiştir.

Freud’a göre cinsel dürtülerden kaynaklanan enerji '’libido’’ kişiyi haz veren ve doyum sağlayan nesneye yönelik bir eyleme zorlar. Agresif dürtülerden kaynaklanan enerji '’agresif enerji’’ kişiyi yıkma,bozma,yok etme,ayrılma, ayrımlaşma ve uzaklaşma yönteminde eyleme zorlar. Libido ise cinsel birleşme, yakınlaşma,bütünleşme,beraber olma amacını güder.

Benlik(EGO) eylemin uygulayıcısı ve yöneticisidir.

Ego dikkat,bellek,algılama,düşünme,konuşma,gerçeğin değerlendirilmesi,savunma düzenekleri,bütünlük ve uyumluluk yanı sıra dürtünün kontrolü ve dürtü enerjisinin nesnelere yatırımının bir bütünlük içinde sağlandığını ruhsal aygıtın algılayan ve algıladığının bilincinde olan işlevsel bir parçasıdır. Bir yürütme organı olarak uygulamaları gerçekleştirir, hareketi yönetir ve doyum sağlar. İşlevlerinin temel hedefi düzen ve uyumdur. Ego id den gelen iç uyaranlara karşıda bir savaş verir, onlara karşı bir egemenlik sağlayacak kontrollerini üstlenir, onların doyurulup doyurulmayacaklarına karar verir, doyumu çevresel koşullara en uygun bir zamana göre ayarlar, gecikmeden doğabilecek gerginlikleri bastırır.

Üstbenlik (Süperego) de ruhsal aygıtın bir bölümüdür ve gelişiminin ileri aşamalarında benlikten ayrımlaştığı varsayılır. Ahlaksal ve ülküsel değerleri simgeler, davranışların bu değerlere uyup uymadıklarını denetler, sapmalar varsa cezalandırır. Ebeveynin ahlaksal ve toplumsal değerleri,kuralları vb. ile özdeşleşme sonucu gelişir.Kural ve yasakların içselleştirilmesi çocuğa, çevreye uygun gelmeyen yada çevreden pis ve düzensiz olarak algılanan eğilimlerini ceza almadan ve kendiliğinden yasaklayabilme olanağı kazandırır. Böylece bu yasak ve kurallar içselleştirilmiş, ebeveynin bazı nitelikleri tüm yaşam boyu iç dünyada taşınan değerler haline gelmiş olur.

İçselleştirme ve özdeşleşmenin biçimi ve ölçüsü süperegodaki yapılaşmayı belirler. Süperegonun katılığı, bu işlemlerdeki aşırılıkların sonucudur. Çocuğun içselleştirdiği kural, ilke ve yasaklar ebeveynlerin yasaklarından daha kısıtlayıcı, engelleyici ve cezalandırıcı özetle daha şiddetlidir.Bu nedenle ebeveynler gelişimin uygun bir döneminde olduklarından daha korkutucu ve cezalandırıcı kişiler olarak algılanır ve onlardan korkulur.

Süperego ahlaki,etik ve ülküsel değerlere dikkat eden, egonun tüm yaptıklarını irdeleyen, eleştiren ve onları yargılayarak cezalandıran bir yapıdır.O nedenle yargılayıcı bir yapı olarak adlandırılmaktadır.

Ayrıca üstbenlik (süperego) benliği (ego) sürekli ülküsel benlik (ego ideali) ile karşılaştırır, onun ego idealine uyup uymadığına dikkat eder, amaç edinilen ölçülere uymayan ögelerini acımasızca değersizleştirir. Süperego bu yanıyla değerlilik duygusunun önemli bir belirleyicisidir.

PSİKOSEKSÜEL GELİŞME DÖNEMLERİ

Freud’un libido kuramına göre , libido belirli gelişim evrelerinde belirli beden bölgelerinde daha çok yatırılır. Bu bölgeler önce ağız, dudaklar ve dil, sonra anüs ve kalın bağırsak daha sonra ise genital organlardır. Belirli yaş dönemlerinde, belirli (oral,anal ve genital) dürtülerin yoğunlaşmasından yola çıkarak oral,anal ve genital dönemleri tanımlamıştır.

1.Oral Dönem (0-1 yaş)

2.Anal Dönem(1-3 yaş)

3.Genital (Fallik) Dönem(4-6 yaş)

4.Latent Dönem(7-11 yaş)

5.Ergenlik Dönem(12-18 yaş)

ORAL DÖNEM

Oral dönem doğum sonrası ilk yılı kapsar. Bu evrede libido ağız, dudak ve dile daha çok yatırılır, yani bu evrede doyum sağlayan, haz veren bölge ağız ve çevresidir. Emme, yutma ve çiğneme eylemlerinde belirginleşen içe alım, bu bölgenin ve evrenin egemen işlevidir.

Bu evrede içe alım ve doyum önceliklidir, ancak gözlemler bebeklerin alma ile verme arasında dalgalandıklarını göstermiştir. Doymuş ve rahat yüz ifadesi anneye sunulan en büyük ödüldür. Daha üç dört aylıkken başlayan gülümsemeler ve zamanla artan sevinç gösterileride bir çeşit vermedir. Süt çocukları alan ancak aynı zamanda veren, çevreyle ilişki kurmaya ve başkalarına bir şeyler anlatmaya çalışan varlıklardır. O nedenle sadece doyum amaçlı tek yönlü bir alıştan çok, yaşamın en erken dönemlerinde başlayan bir '’alışveriş’’ insan ilişkilerine özgü özelliklerden biridir.

Bu alışverişte annenin kişisel özelliklerinin büyük önemi vardır. Çocuğun veren yada alan bir kişi olarak gelişmesini annenin alıcı ve verici özellikleri belirler. Verebilen bir anne, almasını bilen bir çocuğun gelişmesine olanak sağlar.

Almayı öğrenmek verebilmenin ön koşuludur. Güçsüz, kuşkulu,vermeyen ve kendi gereksinimlerinin peşinde koşan bir anne, çocuğun sağlıklı bir biçimde almasını engeller. Böyle bir anne çocukta vermekten çok almayı düşünen nesne tasarımlarını gelişmesine ve çevreyle ilişkilerinin bozulmasına neden olabilir. Oral dönemde '’alışveriş’’ teki dengesizlik yalnızca veren (özgeci) yada yalnızca almayı düşünen(bencil) bir kişiliğin gelişmesine neden olabilir. İştah ve yeme bozukluklarının çoğunda bu dengesizliğin izlerine rastlanır. Dediğim dedik anneler bu alışverişi bir güç gösterisine dönüştürebilirler. Çocuk bu tutum sonucu almayı güçlülük, vermeyi ise güçsüzlük olarak algılayabilir. Kekemelik, konuşma ve bazı öğrenim bozukluklarında bu biçimde algılanan alışverişte düşünülmelidir. Aşırı şişmanlığın dinamiğinde ebeveynin çocuğa '’senin ne zaman acıkacağına ve ne zaman doyacağını ben bilirim ve ben belirlerim’’ gibi bir yaklaşımının etkisi çokça vurgulanmıştır. Duygusal sorunları olan yada cinsellikten korkan anneler alışverişi duygu ve cinsiyet alanlarının dışına kaydırırlar. Böylesi durumlarda sevginin yerini yemek, hediyeler, para yada oyuncaklar alabilir. Umutsuz ve karamsar anneler, çocuklarında geleceğin umut içerdiği inancının gelişmesini, sevemeyen annelerse çocuklarının kendilerini sevilir varlıklar olarak algılamalarını engellerler. Bu nedenle bu dönemin umudun, inancın,temel güven duygusu ve sevginin belirleyicisi olduğu düşünülmektedir.

Depresyon, madde bağımlılığı ve depresif kişilik yapısının temelleri bu evrede atılır.

ANAL DÖNEM

Anal dönemde libidonun anüs ve çevresine daha çok yatırılması, anüs işlevleri ve dışkının tutulması ve salıverilmesi anında yaşanan haz çok vurgulanmıştır. Oysa bu evrede baskınlaşan bağımsızlık ve özerklik gereksinimleri, kontrol eğilimleri, inatçılık, ambivalans ve büyüsel düşünce dikkatin anüs ve işlevleri yanında bu konulara da yöneltilmesini gerektirmektedir.

Bir ile dört yaş arası yürüme, konuşma ve temizlenmenin öğrenildiği, merak, inatçılık ve büyüsel düşüncenin yoğunlaştığı bir evredir. Çocukların toplumsal kural ve değerlerle karşılaştıkları ve bocaladıkları bir dönemdir. Çevre, çocuklardan kakasını belli bir zamanda ve belli bir yerde yapmasını istemekle kalmaz. Yürürken ortalığı kırıp dökmemesini, inatçılığından vazgeçmesini bekler, ısrarlı bir meraktan hoşlanmadığını belli eder, temizliğin önemini vurgular. Çocuk ise bu beklentilere ve kurallara aldırmaz, o içsel gereksinimlerinin dayattığı isteklere göre yaşar. Yürürken bir şeyi bozacağı ya da yıkacağını düşünmez, soru sorarken aşırılığa kaçabilir, kakasını yaparken yer ve zamanı, çevrenin temizlik ilkelerini önemsemez, hatta dışkısıyla oynamada bir sakınca görmez, yoğun inatçılığı ve ambivalansını sürdürür. Dürtü ve gereksinimlerindeki düzensizlik, dağınıklık ve kontrolsüzlük bu dönemin özgül özelliğidir. Çocuklar yavaş yavaş çevrelerindeki nesneleri tutmaya ve tuttuklarını da bırakmamaya başlar, zamanla biriktirme tutkuları yoğunlaşır, ellerine ne geçirirlerse toplarlar. Başına buyruk ve özerk olma çabaları çevre ile çatışmaları daha da şiddetlendirir. '’Ben kendim yaparım’’ bu dönemin ciddiye alınması gereken temel eğilimidir.

Bu evrede baskınlaşan kural ve düzen tanımayan çok sayıda gereksinim ile çevrenin düzen, temizlik ve uyum beklentileri arasında çatışma kaçınılmazdır. Çocuğun '’Benim istediğim olacak’’ tutturmasına çevrenin '’Hayır benimki olacak’’ ısrarıyla yanıt vermesi çatışmayı bir güç savaşı haline getirebilir. İnatçılığın kırılması, tutuculuk ve vericilik arasında dengenin bozulması, özerklik çabalarının engellenmesi, ilişkilerde yakınlık kurma yerine güç savaşı kontrol etme ve edilme biçiminde belirginleşir, kontrol etme tutkusu hiçbir zaman yok olmaz. Terapist ruhsal sağaltımda hastaya egemen olduğu dönemlerde bile kendisinin birçok alanda kontrol edilebileceğini aklından çıkarmamalıdır. Çünkü kontrol altına alındıkları izlenimi verip başkalarını kontrol etmek, güçsüz görünüp beklenmedik bir biçimde gücünü göstermek bu kişilerin olağan becerileri arasında yer alır.

Bu evredeki sorunlar saplantı-zorlantı nevrozu ve kişilik yapısının belirleyicileridirler. Psikotoplumsal açıdan bu evre ya özerkliğin sağlandığı yada kaybolduğu bir evredir. Çocuğun bağımsızlık arayışı, birtakım girişim ve kararları aile tarafından ketlenirse çocuk yaptığı eylemlerden hep kuşku duyar. Daha sonraki hayatında bu kuşkunun izleri hep görülür. Bağımsız olarak verdiği her karardan kuşku duyarak başkalarından onay alma ihtiyacı hisseden bireyler görürüz veya bu dönemde çocuğun ortaya koyduğu bağımsız eylemler ve acemi teşebbüsler aile tarafından alay konusu edilirse çocuk içinde utanç çekirdeğini geliştirir. Daha sonraki dönemlerde toplum içinde yaptığı her türlü eylemden utanır, korkar, ürker ve çekinir. Bağımlı, çekimser ve sosyal fobik yapının kaynağı budur.

GENİTAL(FALLİK) DÖNEM

Üçüncü yaş ortalarından sonra erkek çocuklarda penis, kız çocuklarda ise klitoris libido yatırımının yoğunlaştığı bölgedir. Bu yoğunlaşmaya koşul olarak penis ve klitoris cinsel haz alanları olmaya başlarlar. İleri yaşlarda ağız ve anüs bir doyum ve haz alanı olarak önemlerini sürdürseler de cinsel doyum, öncelikli olarak cinsel organlardan sağlanır. Freud ruhsal cinsel gelişimin bu üçüncü basamağına fallik dönem adını vermiş ve çocuğun bu yaştaki cinsel ilgi ve eylemlerini yetişkin insandaki cinsel yaşamın öncüsü, çocuksu bir benzeri olarak görmüştür. Oral dönemde alma-verme, onal dönemde temizlik, tutuculuk düzen ve özerklik sorunları ön plandadır. Genital döneme ise '’ Ödipus kompleksi’’ damgasını vurur.

Bu evre cinsel kimlik evresidir. Fallik dönemde çocuğun zihinsel yapısı cinsel kimliğin ayrımına varma kapasitesine ulaşmıştır. Cinsel kimliğin farklılığını fark etmiştir. Erkek çocuk kendisinin babaya benzediğinin, kız çocukta anneye benzediğinin farkına varacaktır. Artık cinsel kimlik modellemesi ve özdeşimler devreye girecektir. Sosyal öğrenmenin, teşvik etmenin ve motivasyonun çocuğu bu özdeşimlere zorladığı, bunun karşılığından toplumsal onay gördüğü ve değerlilik hisleriyle donatıldığı ortamda cinsel kimlik gitgide pekişecektir.

Erkek çocuk kendisini erkek gibi hissederken, kız çocuk kendisini kız gibi hissedecektir. Fiziksel yapının erkek veya kız olması bu yapının mutlak anlamda kişiliği de o bağlamda oluşturacağı kesinliği doğurmamaktadır. Erkek bir yapıdan kadınsı bir cinsel kimlik; kadınsı bir biyolojik yapıda erkek bir cinsel kimlik oluşması bu dönemde mümkündür.

Erkek ve kız çocuğun cinsel çatışmayı atlatması ve süperegosunu razı ettirmiş bir halde bu devreyi geçmesi, sağlıklı bir cinsel kimlik oluşumuyla mümkündür. Değilse dinamik anlamdaki tüm nevrotik yapılandırmalar temelini bu dönemdeki halledilmemiş cinsel çatışmalar, karşıtlıklar, zaaflar, baskılar ve şartlanmalardan almaktadır.

Ödipus Kompleksi

'Ödipus Kompleksi’ fallik dönemdeki çocukların kendilerine en yakın karşı cinsten kişiyi (anne ya da baba) sevmesi ve bu sevgide cinselliğin yasaksevi ağırlıklı olmasıdır. Karşı cinsten ebeveyn sevilirken aynı cinsteki ebeveyn (kız için anne, oğlan için baba) rakip olarak algılanır. Ona düşmancıl duygular beslenir ve onu ortadan kaldırma , öldürme tasarımları gelişir. Bunun günlük yaşamda en inandırıcı kanıtları oğlan çocuğun annesiyle babasının beraberliğinden duyduğu huzursuzluk, baba gidince ortaya çıkan hoşnutluk (Freud 1915-16) Sıklıkla işitilen '’Seninle evlenirim’’ tümcesi de yaygın bir kanıttır. Babayı rakip olarak görme, ona düşmancıl duygular besleme ve onu ortadan kaldırma tasarımları bu tümcenin içeriğinde gizlidir. Babaya karşı duyulan düşmancıl duygular ile cezalandırılma ve iğdiş edilme korkuları arasında bağlantı kurulmaktadır. (Bkz. Öztürk 1995 s. 77--%).

Freud yukarıda anlatılan olguya 'olumlu(pozitif) ödipal kompleks’ adını vermiş ve bunu 'olumsuz (negatif) ödipal kompleks’den ayırmıştır. Bazen olumlu gelişmenin tersi olmaktadır. Böylesi durumlarda çocuk karşı cinsten ebeveyn yerine aynı cinsten ebeveyni (kız anneyi, oğlan babayı ) sever. Bu kez karşı cinsten ebeveyn rakip olarak algılanır, düşmancıl duygular ona yöneltilir. Freud eşcinselliğin (homoseksüalite) dinamiğinde böylesine bir ters gelişmenin yattığını öne sürmüştür.

Ödipus Kompleksinin Çözülmesi

Ödipus Kompleksinin çözülmesi sağlıklı bir gelişim için koşuldur. Ödipal bağlardan kurtulması ve rekabet sorunlarını çözmesi kişiye özgürlük kazandırır. Öte yandan bu döneme özgü cezalandırılma korkuları, suçluluk ve utanç duyguları ödipal sorunların çözümünü çok güçleştir. Sağlıklı çözüm ödipal bağların yumuşamasıdır. Bu durum gerçek kimliğin bulunmasına, anne baba dışındaki kişilerle dostluklar, yakın bağlar ve cinsel ilişkiler geliştirebilme olanağı sağlar. Mutsuz evliliklerde, arkadaş edinememelerde, tek bir insana saplanıp kalmalarda, sık sık eş değiştirmelerde, baba yada anneye çok benzeyen insanları arkadaş olarak seçmelerde ve cinsel sorunların büyük bir bölümünde çözülmemiş ödipal sorunların etkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca abartılı ve yoğun suçluluk duyguları, aşırı utangaçlık ve cezalandırılma korkuları da aynı çatışmaların sürmekte olduğunu gösterir. Ödipal sorunlar zaman içinde üstbenliğin gelişmesi sonucu çözülürler. Öte yandan çözümün kısa bir zamana, bir dönem içine sıkıştırılması pek doğru görünmemektedir. Bu sorunların genital dönemde çözüleceği belirtilir. Oysa ödipal sorunların çözümü çok uzun bir zaman ister, bir bölümü yaşam boyu sürer, hatta çözülmeden kalır.

Ergenlik döneminde aynı sorunların alevlenmesi (Freud 1916-17 s.330, Bloss 1985 s.203) ve bunların yeniden işlenmelerinin gerekmesi bu düşünceyi destekler. Bu bağlamda Freud’un üstbenliğin ödipal kompleksin mirasçısı olduğu şeklindeki görüşü tartışmalıdır.

Erkek çocuk, bu dönemde kendi cinsel kimliğinin ayırtına varır. Babayla özdeşim yaparak babası gibi olmaya çalışır. Sosyal rol gereği kendisine bir partner arayışına girer bu da yanı başındaki annedir. Anne babaya aittir , ona yasaktır ve eş olamaz. Çocuk bu yasağı kabullenmez ve anneye sahip olmak ister. Anneye sahip olmanın yolu ya babayı ortadan kaldırmak yada baba kadar veya ondan daha güçlü olmaktır.

Babayı düşüncede yok eden çocuk, düşünce ve eylemi birbirinden ayırt edemediği için onun gerçekte yok olduğunu düşünür. Sonra babayı tekrar karşısında gördüğünde bu eyleminden dolayı onun kendisini cezalandıracağını düşünür. Eğer baba sağlıklı, çocuğuyla iyi iletişim kuran ve özdeşime izin veren bir babaysa çocuk bu duygu ve düşüncelerini bastırır. Anne yerine alternatif partnerine yönelir. Zalim ve otoriter bir baba varsa burada çocuk özdeşimi yapamaz ve odipal çatışma çözülemez. Eğer baba feminen anne otoriter ise özdeşim tam olmadığı için eşcinsellik gelişebilir. Cinsel kimlik bozuklukları bu dönemde ortaya çıkar.

GİZîLLİK (Latency) DÖNEMİ

Altı yaşından ergenlik dönemine dek süren, yatışma ve dinginliğin egemen olduğu bir evredir. Oral, anal ve genital dönemde anlatılan çatışmalar çözülmüş gibidir. Ancak bu görünüm aldatıcıdır, çünkü çözülmüş ya da işlenmiş gibi görünen sorunlar ergenlik döneminde tüm şiddetiyle yeniden alevlenir. Gizillik dönemi bir yanıyla, artan sorunlarla baş edebilmek için gerekli bir soluklanma molasıdır. Bu soluklanma oral, anal ve genital sorunların çözümünün ileri bir tarihe ertelenmesi, bilişsel yetilerin gelişmesi, haz ilkesinin yerini gerçeklik ilkesinin alması gibi fırsatlar sağlar. Geriye kalan enerji yüceleştirmede kullanılır; yeni arkadaşlıklar kurulur, öğrenme yetisi artar.

Haz bu dönemde cinsel objeden ziyade farklı objeye yönelmiştir. Bu dönem toplumda sosyal bir rol edinmenin, toplum tarafından takdir edilmenin ilk formatının atıldığı önemli bir dönemdir. Bu dönemde öğretmen çok önemli bir özdeşim nesnesidir. Bir nevi çocuğun ikinci annesidir. Öğretmenle olumlu anlamda özdeşim yapabilen öğretmenin kişilik özelliklerini alan çocuk için kimliğin daha da zenginleşmesi ve yeni özdeşim nesnelerine yönelmesi ortaya çıkacaktır.

ERGENLİK (Puberte) DÖNEMİ

Dinamik kuram kurucusu Freud hazzın yönelimi açısından gelişim evrelerini tamamlamaya çalışırken, temelde üç ana evre üzerine odaklanmıştır. Bunlar oral, anal ve odipal evrelerdir.

Laten dönem ve ergenlik dönemi göreceli olarak üzerinde fazla durulmamış ve işlenilmemiş konulardır. Dinamik kuramın takipçileri özellikle ergenlik evresinin hayati bir önemi olduğunu tespit etmişlerdir. Ergenlik fiziksel olarak 11-12 yaşlarında başlayıp 18-20 yaşlarına kadar uzanan fiziksel ve ruhsal bir gelişim dönemidir.

Birinci kimlik evresini anal dönemde ebeveynin etkisiyle oluşturan genç, ikinci kimlik evresinde kendini, kendi iradesiyle yeniden yapılandırmak gibi bir şansa sahip olmaktadır. Bu evrenin en temel özelliği haz kaynağının olgun bir cinselliğe ve karşı cinse yönelmiş olması ve de birey olarak varlığının toplum tarafından onanmasıdır. Ergen iki temel probleme çözüm bulmak zorundadır. Cinsel kimliğinin netleşmesi ve kimlik bocalamasından kurtulması gerekir.

Gelişim evrelerini sağlıklı bir zeminde geçirmiş, yani temel güven duygusunu almış, normal bir kişilik ekseninde utanç ve kuşku duymadan özerkliğini yaşamış, suçluluk duygusu olmadan girişimci olmuş ve cinsel kimliğinin net olarak ayrımına varıp özdeşimlerle bunu kuvvetlendirmiş bir ergen bu dönemde ya kimliğini netleştirecek yada kimlik krizine veya kimlik bocalamasına girecektir.

Ergen öncelikle kendi cinsel kimliğinden emin olmak durumundadır. Cinsel duyumları ve arzuları çok yoğundur. Ergen kendini tam olarak bir kız yada bir erkek gibi hissetmektedir. Vücudunda yoğun şekilde salgılanan hormonların etkisiyle cinsel arzu karşı cinse yönelir. Ancak gelişim evrelerinde takılı kalmış problem yumağı bir sonraki evreye devretmiş olan ergen, cinsel obje seçiminde de çok yoğun sıkıntılara maruz kalabilecektir. Bu evrede cinsel ilişkiye odaklı ve mastürbasyon ağırlılık bir haz yönelimi olur. Karşı cinsle kurulan her türlü iletişim cinsel tatminin belli dozda hissedilmesi duygusunu yaşatır.

Ergenlik dönemi kimliğin oluştuğu, netleştiği ve çevresinin çizildiği bir dönemdir. Kimlik gerçek manasıyla ergenlik döneminde oluşur.

Kimlik, kişiye özgü değişmeyen, sürekliliğini muhafaza eden özelliklerin tamamıdır.

Kimlik duygusunu şöyle bir öznel yaşantı olarak tanımlayabiliriz : Birey kendisini benzersiz biri olarak tanımakta, değişik zamanlarda ve değişik roller içinde hep tanıdığı kendisi olarak var olmaktadır. Dahası o kendini nasıl tanıdıysa yaşamındaki özel insanlarda onu öyle tanımakla ve hep kendisi olarak kaldığını onaylamaktadır.

Ergenlikte tüm güç ve otorite figürlerine karşı bir isyan olur. Bu şekilde ergen kendini özerk ve bağımsız bir birey olarak var eder. Cinselliğin yanı sıra amaç edinebilme, bir amaca yönelebilme ve uygulayabilme yetkisi bu dönemde gelişir.

Hızlı İletişim
Numaranızı Bırakın,
Sizi Arayalım
Gizle