DİL GELİŞİMİ
Konuşmada ilk aşama ağlamadır. Ağlama tepkisel bir vokalizasyondur.
İkincisi bebek 2 aylıkken başlar. U sesi ve bir kaç sessiz harf çıkarır. Bebek mutluyken bu sesleri çıkarıyor.
üçüncüsü ses oyunları dönemidir. Değişik tonlarda ses yeteneklerini ortaya koyar. 4. ayda dener. Ma ba söylenir.
Dördüncü kurallı cıvıldama dönemidir. 6 aylıkken hece dizileri oluşmaya başlar.
TÜM DÜNYADA BEBEKLERİN ÇIKARDIĞI SESLER EVRENSELDİR.
10 Ay civarında jargon aşamasına geçerler. Vurgular başlar. 12 Aydan sonra konuşmaya başlarlar.
Çocukların konuşmaları için
gibi konuşma araçları üzerinde kontrol sağlamaları gerekir.
Skinner çevrenin dil gelişimi üzerinde etkili olduğunu açıklamaktadır.
Chomsk e göre dilin en önemli özelliklerinden birisi, kişinin sözcükleri başkalarından duymadığı biçimde bir araya getirebilmesidir. Bu yolla kişinin oluşturabileceği cümle sayısı sınırsızdır. Pekiştirme ve taklitin de yabana atılmaması gerekmektedir.
Çocuk doğumdan itibaren söyleneni anlama,ifadelendirme ve bu şekilde çevresiyle iletişim kurabilmede aşağıda belirtilen aşamalardan geçmektedir.
Vokalizasyon Dönemi (0-2 ay)
Bebeler tüm dünya çocuklarında görülen ve dünyadaki bütün dillerde varolan sesli harfleri kendiliğinden üretir.Vokalizasyon dönemi olarak isimlendirilen bu aşamada,bebekler sanki ses tellerinin ve gırtlak yapılarının gelişimlerine yardımcı olmak için böyle bir çaba içinde vokal sesleri çıkarmaktadırlar.Hayatın ilk üç ayında üretilen sesler,çocuğun işitme yeteneği veye çevreden duyduğu seslerden bağımsız olarak gerçekleşir.
Cıvıldama Dönemi (4-5 ay)
Bu dönemde artık bebekler çevreden gelen sesleri taklit etmeye başlamıştır.Sağır çocuklarda çevredeki seslerin etkisi söz konusu olmadığı için,bu çocuklarda cıvıldama görülmez.Dil öncesi dönemde görülen cıvıldama seslerinin kaynağı öğrenmeden bağımsız,çocuğun tabiatı gereği çıkardığı seslerdir.Bebeklerde farkedilen ilk sesler sesli harflerdir.Bir dilde var olan en küçük ses birimleri (fenomler) çocuklar tarafından en hızlı şeklilde hayatın ilk senesinde gelişim gösterirler.Çocuk 30 aylık civarına geldiğinde bir erişkinin anadilinde sahip olduğu fenomlerin yaklaşık yüzde 77'sini üretebilmektedirler.Çocukların aktif olarak kullandıkları,aktif kelime dağarcığı her zaman ifade ettikleri kelimelerden çok daha zengindir.On ikinci ayda çocuklar erişkinlerin anlayabileceği ilk anlamalı kelimeyi ürettikleri zamanla,çevrelerindeki konuşmayı söyleyebildiklerinden çok daha iyi değrlendirebilmektedirler.
Tek Sözcük Dönemi (12-18 ay)
Tek sözcük dönemi olarak adlandırılıan bu dönemde çocuk bir kelimeyi anlamlı bir şekilde kullanmaya başlamıştır.Cıvıldama dönemi sonlanmış ve çocuk dil öncesi gelişimden,dilsel gelişime geçmiştir.Bu sözcükleri belirli nesneler için kullanmaya başlamıştır ve çocuk için olduğu kadar çevresi için de bir anlamı olan kavramlardır.İlk sözcükler genellikle isimlerden oluşur ve daha sonra günlük hayatta sıkça kullanılan ''at,ver,git'' gibi fiiller kullanılmaya başlanır.Ayrıca hareket halindeki nesne isimlerinin kullanılması öncelik alır ve çocuklar araba,uçak,tren,kedi gibi nesneleri daha sık ve diğer nesnelere göre daha öncelikli kullanırlar.Bu konuşma döneminde söylenen tek sözcük yığışımlı bir anlam içeririr.Çocuk ''su'' dediği zaman nesne olarak suyu kastettiği gibi ''su istiyorum'' , ''su içeceğim'' , ''suyla oynayacağım'' gibi kavramları da ifade ediyor olabilmektedir.
İki Sözcük Dönemi (18-24 ay )
Bu dönemde çocuk yallaşık olarak 270 kelimeyi çıkartabilmektedir.İlk sözcük döneminden itibaren sözcüklerin çoğu isimlerden ;daha sonra ise sırasıyla fiillerden,sıfatlardan ve zarflardan oluşmuştur.Çocuğun en son kullandığı kelime türü zamirlerdir.(ben,benim,bana,beni gibi).Tek sözcük döneminden itibaren en kolay öğrenilen kelimeler ise nidalardır.
Fazla Sözcüklü Cümleler Dönemi
Çocuklar iki ve üç yaşlarına geldiklerinde kelime dağarcıkları ve cümle yapıları hızlı bir gelişim gösterir.Genellikle 4000 kelimeye kadar varan bir sözcük dağarcığına sahip olan çocuk,daha ziyade olumlu cümleler kullanma eğilimindedirler.İkinci dercede soru cümleleri ve üçüncü derecede de olumsuz cümleler üretmektedirler.
Üç yaşından itibaren çocukların cümleleri daha uzun ve gramer yapıları olarak daha karmaşık olmaya başlar.Üç dört yaşlarında çocuğun kelime dağarcığı genel olarak 900-1000 kelimeye ulaşmıştır.Ses tonunu kullanmayı öğrenmiş olduğundan ,konuşurken duruma göre fısıltı şeklinde konuşma ve abartılı konuşma biçimi görülebilir.Cümlelerinde genellikle geniş ve gelecek zaman kullanır;geçmiş zamanı ilgilendiren olayları da anlatabilir.Bu yaş çocuklarının cümleleri gramer kuralları açısından yarı yarıya doğru kurulmuş cümlelerdir.Bu yaşlardaki çocuğun konuşmasında benmerkezci özellik hakimdir. KALITIM VE ÇEVRE DİL GELİŞİMİ ÜZERİNDE ETKİLİDİR.
Çocuğun dil öğreniminın büyük bir kısmı kendi girişimi ile gerçekleşir. Bütün ihtiyacı model alacağı bir ebeveyndir. 3 Yaşındaki bir çocuk durmadan tekrarlayarak kelimeleri öğrenir ve saklar. Yüksek sosyo ekonomık düzeyden gelen çcocukların cümle uzunlığu soru sayısı ve kelime hazineleri daha ileri düzeyde bulunmuştur. *G.Günce *
İkizlerin 2 ile 5 yaş arasında tek çocuklardan daha yavaş bir dil gelişimi gösterdikleri ortaya konmuştur. İkizler birbirine çok fazla kelime kullanmadan kendilerini anlatabiliyorlar fakat başkaları ile konuşurken daha fazla kelimeye ihtiyaç duyuyorlar.
Kızlarda dil gelişimi erkeklere göre daha hızlı olmaktadır. *Mc.Carty 1953* kızlar erkeklere göre anneye daha yakın oluşu ortak ilgilerin daha fazla oluşunun bunda etkili olduğu düşünülmektedir.
Dil gelişimi ile zeka gelişimi arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur.
İki dilin konuşulduğu ortamlarda yetişen çocuklarda tek dil ortamındaki çocuklara göre daha yavaş bir gelişim vardır. *Smith 1931
Yabancı dilin 13 yaştan önce öğretilmesinin uygun olduğu ve hızlı olduğu daha sonraki yıllarda ise anlamın öne çıkmasından dolayı bir yavaşlama olduğu belirtilmektedir araştırma sonuçlarında. Bu yaşlarda çocuğun yabancı dile karşı keskin bir ilgisi vardır. Mc.Carthy 1961
Dil gelişimi ile motor gelişim arasında bir paralellik bulunmaktadır. Çocuğun ilk kelimeleri ağzından çıkardığı dönem ile yardım almadan oturabildiği dönem aynı zamana rastlamaktadır. Çocuğun cümle kurmada erken bir gelişim göstermesi büyüklerden gördüğü sevgi ve şevkat gibi duygusal öğelere bağlıdır.
Çocuğun ilk hecelediği yarısı yutulmuş h harfidir. Mc Carthy bunu çocuğun nefes alma çabasına bağlıyor.
İlk 6 ay içinde kendi aile çevresi içinde büyütülen çocuklar bakım evlerindekilerden daha çok ses çıkarıyorlar. * Brodbeck ve İrvin 1946
Piegete göre çocuk doğuştan sesli bir yaratıktır. Başlangıçta her türlü sesi çıkarır. Sonradan ilgi çekici olanları seçer saklar. İlk kelimeler uydurma kelimelerdir . Şeylere kendince ad koyarak kodlar.
Shirley e göre çocukların bir kısmı 14 aydan önce cümleler kurmayı başarıyorlar. Yüksek zekalı çocukların daha uzun cümleler kurdukları saptanmıştır. Mc. Carthy 1930
ARTİKÜLASYON
Konuşma dilindeki sesler, nefesin ses bantlarını titreştirerek yada titreştirmeden gırtlaktan geçtikten sonra ağız ve burun boşluğunda şekillenmiş halidir.
Konuşma seslerini çıkarma işlemine söyleyiş (artikülasyon) denir. Dinleyici konuşma seslerini atlanmış, yer değiştirmiş, eklemeler ve çarpıtmalar yapılmış gibi algılıyorsa söyleyiş (artikülasyon) bozukluğundan bahsedilebilir.
NEDENLER:
Yapısal Nedenler:
· Ağız içi, dudak, dil gibi konuşma organlarının bozukluğu, (Dudakların yarıklığı veya dudağın olağan dışı gergin olması)
· Dil kaslarının normal işleyişten yoksun olması,
· Dil bağı denilen bağlantının dil ucuna yakın oluşması,
· Damağın çok yüksek veya düz olması, damak yarıklığı ve burunda et olması,
· Çene kas ve sinirlerinin bozukluğu,
· İşitme kaybı,
· Zihinsel gerilik
Görevsel Nedenler:
· Konuşma organları tam ve sağlıklı olduğu halde, konuşmada üstlendiği görevi tam ve sağlıklı olarak yerine getiremediği durumlardır. Bu durumlar çoğunlukla öğrenme ve alışkanlıkla ilgilidir.· Evde yabancı bir dil konuşulması veya konuşulan dilin yetersiz olması,· Konuşmayı kazanma ve pekiştirme döneminde çocukla ilgilenecek bir yetişkinin olmaması,
· Çocuğa konuşmayı öğretmek için izlenilen yolun yanlış olması (baskıcı, eleştirici tutumlar gibi).
Psikolojik Nedenler:
· Çocuğun zihin düzeyinin konuşmayı zamanında ve doğru kazanabilmesini engellemesi,
· Çocuğun duygusal bir çatışma içinde olması,
· Ana baba arasında geçimsizlik, maddi sorunlar, göç gibi sorunlar,
· Çekingen ve utangaç kişilik,
· Konuşmanın kazanılması için gereken algıya sahip olmamanın yol açtığı ses belleği ve ses ayırım gücünde zayıflık,
· Konuşmasında sonradan gerileme oluşan çocuklarda yapısal ve görevsel bulgular normal olursa konuşma özrünün nedenini psikolojik nedenlerde aramak gerekir.
BELİRTİLER:
· Çocuk ana dilinin bağımsız veya bileşik sesleri doğru ve anlaşılır şekilde çıkaramıyorsa ve çıkardığı sesler aynı yaş grubundaki çocukların çıkarması gereken seslerden farklılık gösteriyorsa,
· Eğer artikülasyon bozukluğu çocuğun konuşmasını anlaşılmaz hale sokuyorsa ve konuşma etrafın dikkatini yoğun olarak çekiyorsa, belirti olarakta değerlendirilebilecek dört şekilde görülebilir:
Atlamalar: Atlama yanlışlarında sözcüklerin yalnız bir kısmı söylenir,
Örnek : hayvan -ayvan ,rehberlik -reberlik ,saat -sat ,araba -arba
Yerine Koyma:Sözcüğün başı ,ortası veya sonundaki bir sesin yerine başka bir ses kullanılır.
Örnek : Arı -ayı ,kitap-kipat , davul-dayul
Eklemeler:.sözcüklerdeki fazla sesleri içerir.
Örnek : Aşağı-aşşağı ,atmış-altmış ,eşek -eşşek, pencere -penicere ,saat- sahat
Çarpıtmalar:Sesler tam doğrru olmamakla birlikte gerçeğine yakındır. Ses, konuşma dilinde olmayan yeni bir ses olarak çıkarılır.
Artikülasyon bozukluklarını düzeltme çalışmaları dört aşamada gerçekleştirilebilir:
1.Nedenleri ortaya çıkarmak. Çocuğun probleminin giderilmesi için doğru bir tanılama gerekir. Tanılama ile birlikte nedenlerin ortaya çıkarılması da önemlidir. Eğer çocukta artikülasyon bozukluğunun nedeni yapısal bir bozukluksa, çoğu tıbbı tedavi ile düzeltilebilir, neden işitme engeline bağlı ise uygun tedavi ve işitme aracı kullanılır, zeka düzeyi düşük çocuklarda zeka seviyesine göre terapinin düzenlenmesi ve çocuğun mevcut kapasitesinden en iyi şekilde yararlanılması gerekir, aile atmosferi ve duygusal uyumsuzluk gibi engeller için psikolojik çalışmalar yapılmalıdır.
2.Çocuğun probleminin farkına vardırılması. Çocuğun probleminin farkına vardırmak ve terapiye istekli hale getirmektir. Çocuğun bozuk çıkardığı sesler çocuk ve eğitimcisi tarafından beraberce listelenir. Böylece çocuk hangi sesleri çıkaramadığını bilir ve bu seslerle çalışma yapacağının farkına varır.
3.Özürlü sesin düzeltilmesi.
Artikülatör kaslar: çene-dudak-dil-ağız kasları gereği gibi işlemiyorsa;
· Yeni sesin konuşmada kullanılır hale getirilmesi,
· Terapinin sona erdirilmesi ve vaka incelemesi,
· Üfleme çalışması :Kibrit ,mum, söndürme ,kağıt üfleme pervane döndürme,
· Sakız çiğneme çalışması,
· Yalama çalışması: Dudaklara reçel, bal gibi tatlılar sürülerek yalama çalışmaları ile dil, dudak ağız kaslarının gelişmesinin sağlanması,
· Islık çalma çalışması,
· Dil yuvarlama çalışması,
· Dişleri birbirine vurma çalışması,
· Dudakların enlemesine, uzunlamasına açılıp kapanma çalışması,
Daha sonra sesin düzeltilmesi için;
· Çocuk yanlış çıkardığı sesin doğrusunu çok dinlemeli ,duymalı sesin doğrusu işitme merkezinde yer etmelidir,
· Sesin çalışması: Ele alınan yeni ses uyarı, taklit, fonatik değiştirme ve doğru sesli sözcükleri kullanarak öğretilebilir,
· Ayna karşısında doğru sesi çıkarma çalışması,
· Hece çalışması,
· Kelime çalışması,
· Atasözleri ,deyimler gibi karmaşık kelime çalışmaları.
· Bu aşamalar izlenerek aile, öğretmen ve terapistin yardımı ile artikülasyon bozukluğu olduğuna karar verilen çocuklar konuşmayı daha kolay ve kısa zamanda kazanabilir. Artikülasyonu olan her çocuk yardımla ve düzenli çalışma ile konuşmasını düzeltebilir.
Nörolojik Sorunlar
Beyin hemisferlerinden birindeki bir hasar, serebral dominans ve buna bağlı olarak lateralleşmede ortaya çıkan sorunların okuma bozukluklarına yol açtığı, 19 yüzyılın başından bu yana bilinmektedir. Serebral dominansın kesin, lateralleşmenin tek taraflı-homojen olmadığı ve nörolojik olgunluğun yetersiz olduğu hallerde, okuma bozuklukları görülebilmektedir.
Fizyolojik bozukluklardan, metabolizmadaki bir özürün, beynin biyokimyasal yapısındaki kusurların, zihinsel gelişimi, dil gelişimini ve bunların sonucu olarak okuma öğrenimini geciktirdiği belirlenmiştir.
Genel hareket yeteneği açısından gerilik gösteren çocuklarda göz hareketlerinin düzenli olmayışı, göz kaslarındaki koordinasyon eksikliği, dil hareketlerinin yetersizliği, okuma bozukluklarına neden olabilmektedir. Belli bir hareketi tekrar edememe, bir satır boyunca, makasla düzgün kesememe, belli bir alanı kısa zamanda noktalıyamama gibi durummlarla okuyamama arasında ilişki görülmüştür.
Çevresel Koşulların Yetersizliği :
Sosyal ve kültürel olanakların yetersizliği, zihinsel uyarıcıların azlığı nasıl çocuğun okuma öğrenimini geciktiriyorsa, demokratik tir eğitim anlayışıyla yetişmemiş olmak, evde söz hakkına sahip olmamak, aile sohbetlerine katılmamak da okuma alanındaki başarıyı olumsuz yende etkilemektedir. Aile atmosferinin gerginliği, çocuğa ve onun okul durumuna karşı ailesinin ilgisizliği, çocuğun ders çalışma koşullarının kötü elmas, da çocuğu başarısızlığa götüren olumsuz ev koşulları olarak sayılabilir.
Duygusal bozukluklar, Okuma öğrenimini yakından ilgilendirmektedir. Duygusal bozukluğu ve uyum güçlüğü elan çocukta okuma bozuklukları görülebileceği gibi, okumada başarısızlığa uğrayan çocukta duygusal sorunlar görülebilmektedir. Hangisinin neden, hangisinin sonuç olduğu tartışma konusudur. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, aşırı koruma, baskı, otorite, denetimsizlik, gibi hatalı eğitimden kaynaklanan duygusal olgunsuzluk, kırıklık ve doyumsuzluk halleri, çocuğun okuma becerisini kazanmasını belli bir süre için de olsa geciktirebilmektedir Okuma öğrenimini geciktirdiği kabul edilen bir diğer durum da evde iki dilin konuşulmasıdır. İki dilin bir arada kullanılması, çocuğun ifade gücünü zayıflattığından ve kelime bilgisinin zenginleşmesini engellediğinden, okuma öğreniminin başlangıcında sakıncalı olarak nitelendirilmektedir.
Yine henüz hazır olmadığı veya arzu etmediği bir dönemde, erken yaşlarda, zorla okuma öğretilen çocuklarda, okulun ilk yılında öğrenme kapasitelerini engelleyen bir bıkkınlık, bir isteksizlik görülmektedir ki; bu durum çocukların okuma başarılarını aksatmaktadır. Buraya kadar sözünü ettiğimiz kusurlar veya hatalar okuma bozuklukları yaratabilecek, okuma öğrenimini kısmen veya tamemen engelleyebilecek olan durumlardır. Bunlardan başka nöroloji uzmanlarının okuma kaybı veya Alexie olarak adlandırdıkları bir okuma bozukluğundan da söz etmek yerinde olacak.
Alexie, deha önceden kazanılmış olan okuma alışkanlığının kaybı anlamına gelmektedir.
Alexie, çoğunlukla beyinde meydena gelen bir hasar veya bozuklukla, daha ender clarak da aniden ortaya çıkan bir psikolojik travma ile açıklanmaktadır. «Alexie»nin tedavisinde genellikle nörolojik yöntemlerden yararlanılmaktadır. Nörolojik bozukluk giderilmeden, Alexie tedavi edilememektedir.Alexie den tamemen farklı olan, Miles’in (1874), yeteneksizlikler kümesi olarak nitelendirdiği Disleks.i adıyla tanınan bir özel okuma bozukluğu daha vardır.
Bugün disleksi olarak adlandırılan bu okuma bozukluğunu ilk ele alanlar arasında Hinschelvvood'u (1917), görebiliriz. Hinscohelvvood. «Kelime Körlüğü» (Word bilindness — Cecite verbale) olarak ele alaığı bu spesifik okuma güçlüğünün, korteksteki bir arızadan, sinir sistemindeki bir bozukluktan ileri geldiğini ileri sürer (parietal veyaoksipital lobda normallik).
Orton (1937), «Strephosymbolia» (sembollerin çarpıtılması) olarak adlandırdığı disleksinin, beyin yapısındaki bir arızadan kaynaklanmadığını, beynin işleyişindeki bir anomaliden geldiğini, bu anomalinin de doğuştan olduğunu savunur. Bu nedenle, dısleksili çocukların okurken «inversion» (ters çevirme) hataları yaptıklarını bazı harfleri aynadan görüyormuş gibi ters çizdiklerini, benzer harfleri de karıştırdıklarını kaydeder.
Disleksi çocukların şu özelliklere sahip olduğu söylenebilir.
Normal veya normale yakın bir zekâ düzeyi, ancak analiz ve sentez yapamama, çağrışım kuramama,
Disleksili çocukta bu özelliklerin tümünün veya birkaçının bulunması,okuma, yazı ve imlâ alanlarında birtakım hatalar yapmasına neden olur. Disleksili çocuk, okurken telaffuz hataları yapar, yanlış okur, kelime veya harf atlar veya ilâve eder, noktalama hatası yapar, doğru okuyabildiğini de anlayamaz. Yazı yazarken de harfleri deforme eder, yazıları doğru kopye edemez, yazdıklarını satıra ve sayfaya doğru olarak yerleştiremez.
Motor konuşma bozuklukları nelerdir?
Konuşma, ses, işitme, ağız-yüz düzeneği kullanılarak gelişen; kompleks bir nöral entegrasyon ve pek çok fizyolojik sistemin hızlı koordinasyonunu gerektiren duyusal ve motor bir süreçtir. Konuşmanın solunum, sesleme (fonasyon), rezonans, sesletim (artikülasyon) ve prosodi bileşenlerinden bir veya birkaçını etkileyen bir nöromotor sorunu ile ortaya çıkan konuşma bozuklukları motor konuşma bozuklukları olarak adlandırılmaktadır. Dizartri ve apraksi olmak üzere iki tip motor konuşma bozukluğu bulunmaktadır.
Dizartri nedir?
Merkezi Sinir Sistemi ve/veya Çevresel Sinir Sistemi ya da her iki sistem hasarına bağlı olarak, konuşma düzeneğini kontrol eden kaslarda spastisite, flaksidite, koordinasyon bozukluğu, paralizi sonucu konuşmanın solunum, sesleme, rezonans, sesletim ve prozodik özelliklerinin etkilendiği, dolayısı ile anlaşılabilirlik özelliğinin sınırlandığı bir motor konuşma bozukluğudur.
Dizartri hangi hastalıklarda gözlenir?
Dizartriye neden olan nöromotor sorunların kaynağı vasküler, travmatik, enfeksiyonel, neoplastik, metabolik v.b olabilir. Merkezi ve çevresel sinir sistemindeki farklı lezyon ve hasarlar farklı dizartri tiplerini meydana getirir. Dizartri terimi, alanyazında genellikle yetişkinler için beyin krizi (stroke), beyin travması gibi beyin hasarlarına bağlı olarak ortaya çıkan edinilmiş nörolojik/nörojenik konuşma bozuklukları karşılığında kullanılmaktadır. Çocukluk çağında gözlenen nöromotor konuşma bozuklukları serebral palsi ile ilişkilendirilmekte ve “gelişimsel disartri” olarak tanımlanmaktadır.
Dizartrinin görülebildiği hastalıklar nelerdir?
1. Serebrovasküler olaylar
2. Travmatik beyin hasarları
3. Tümörler
4. Serebral palsi
5. Progresif supranükleer palsi
6. Parkinson
7. Huntington hastalığı
8. Amyotrofik lateral skleroz
9. Multipl skleroz
10. Myastania gravis
Dizartri tipleri nelerdir?
1. Spastik dizartri: Üst motor nöron (ÜMN) lezyonu sonucu (Serebrovasküler Olaylar, Travma, Progresif Supranükleer Palsi gibi dejeneratif hastalıklarda) vital kapasitede azalma, tırmalayıcı, gergin, sert ses, düşük perde düzeyi, hipernazalite, açık net anlaşılmayan ünsüz üretimi, azalmış vurgu, bazen aşırı ya da aynı özellikte vurgu ve yavaş konuşmanın görüldüğü dizartri tipidir.
2. Flaksid dizartri: Alt motor nöron (AMN) lezyonu sonucu (Bulbar palsi, Myastenia Gravis, V., VII., X., XII. kraniyal sinir lezyonları) kas güçsüzlüğüne sekonder gelişen azalmış solunum desteği, solunum güçlüğü, çift taraflı lezyonlarda soluklu ses, duyulabilir soluk alma, diplofoni, azalmış perde ve şiddet düzeyi, afoni, hipernazalite ve nazal emisyon, açık net anlaşılamayan ünsüz üretimi, açık net anlaşılamayan çift dudak, diş-dudak, diş-ardı dil ucu ünsüzleri yada bu seslerin üretilememesi, prosodik yetersizlik, monoton konuşmanın görüldüğü dizartri tipidir.
3. Ataksik dizartri: Serebellar sistem lezyonlarında; düşük solukla konuşma, normal fonasyon ya da ses yüksekliğinde aşırı değişkenlik, ani patlamalar, çatlak, tırmalayıcı ses, tekseslilik/tek düzelik, net anlaşılmayan ünsüz üretimi, ünlü üretiminde bozulmalar, düzensiz sesletim, yavaş fakat hemen her heceye abartılı vurgu, uzatılmış heceler, her heceden sonra duraklamanın olduğu konuşma özelliklerinin görüldüğü dizartri tipidir.
4. Hipokinetik dizartri: Basal ganglia lezyonlarında (Parkinson Hastalığı) azalmış solunum desteği, fonasyonda soluksuz kalma, sertlik, tremor, ses şiddetinde azalma, bazı durumlarda hipernazalite, sesletim biçiminde değişiklik, palilali, tek perde, tek düze ses şiddeti, kısa kesik konuşmanın görüldüğü dizartri tipidir.
5. Hiperkinetik dizartri: Basal ganglia lezyonlarında; Myokloni, Tourette Sendromu, Enfeksiyon, Ballismus, Atetoni gibi durumlarda perde ve ses şiddetinde düzenli titreklik, tek perde ve perde kırılmaları, uzun aralıklarla söz öbekleri, değişken ranj ve monotonluk gözlenir. Distoni ve atetozda; zayıf solunum desteği, tırmalayıcı, gergin ses, işitilebilir inspirasyon, tekdüze ses, değişken ve azalan vurgu, konuşmada uzun duraklamalar, uygunsuz suskunluk gözlenirken Chorea’da ani zorlamalı soluk alma ve verme, ses yüksekliğinde aşırı değişkenlik, nefes nefese kalma, istemsiz hareketlere bağlı ses duraklamaları, konuşmada uzun duraklar, kısa öbeklerle konuşma ve monotonluk gözlenmektedir. Ayrıca, hipernazalite, değişken sesletim, net anlaşılmayan ünsüz üretimi ve ünlü bozulmaları hiperkinetik dizartrinin diğer özelliklerini oluşturmaktadır.
6. Karmaşık tip dizartri (Spastik-Flaksid): Amyotrofik Lateral Skleroz gibi üst ve alt motor nöron lezyonlarının görülebildiği hastalıklarda; zayıf solunum desteği, hipernazalite, net anlaşılmayan ünsüz üretimi, prosodik yetersizlik, azalan vurgu, monotonluk, ÜMN: tek perde, ıslak sesle birlikte tırmalayıcı, gergin ses; AMN: solukluluk, tek düze ses şiddetinin görüldüğü dizartri tipidir.
7. Karmaşık tip dizartri (Spastik-Ataksik): ÜMN ve cerebellar lezyonlarda (Multiple Skleroz) zayıf solunum desteği, bozulmuş ses şiddeti kontrolü, sert, soluklu ses kalitesi, bazen hipernazalite, bozuk yetersiz sesletim, yetersiz prosodi, azalmış vurgu ve bozuk perde kontrolünün gözlendiği dizartri tipidir.
Dizartri değerlendirilmesi nasıl yapılır?
Değerlendirmenin amacı tarama ve saptama, tanı koyma, müdahale yöntemini planlamadır. Değerlendirme, görüntüleme yöntemleri ile hasarlı yapıların ve işlevlerinin belirlenmesi, konuşma üretimine yönelik yapıların hareket ve işlevlerinin cihazlarla doğrudan gözlenmesi ve konuşma üretiminin algısal yönden değerlendirilmesine dayanır. Daha nesnel yargılara varabilmek için konuşmanın akustik özelliklerini değerlendirmek üzere bilgisayarlı ses analiz sistemlerinden (CSL), video ve ses kayıt cihazlarından yararlanılmaktadır.
Dizartri terapisinde temel hedefler nelerdir?
Terapide genel amaç; hastanın dil kullanımını, konuşma anlaşılırlığını, hızını, süresini, doğallığını, ezgisini ve prosodik özelliklerini yapabildiği en üst düzeye getirerek yaşam boyu iletişim aktivitelerine katılımını sağlamaktır.
Alternatif ve destekleyici iletişim sistemleri (ADİS) ne zaman gerekir?
İlerleyici olmayan ve akut dizartrilerde, ADİS hasta tekrar anlaşılır bir konuşmayla iletişim kurana kadar kullanılabilir. Kronik ilerleyici olmayan dizartrik bireylerde ADİS’in uzun zamanlı kullanımı gerekebilir. Dejeneratif bozukluklarda konuşmayı destekleme amaçlı başlayıp sonrasında iletişim için tek yol olarak kullanılabilir.
APRAKSİ
Apraksi nedir?
Herhangi bir güçsüzlük, akinezi, normal olmayan ton veya postür, bilişsel işlevlerde bozulmalar, anlamada azalma, koopere olamama gibi durumların haricinde, beceri gerektiren hareketlerin yapılamamasıdır. Motor agnozinin bir biçimidir.
Apraksi tipleri nelerdir?
1. Motor Apraksi: Deneyimle kazanılan kinetik formül bozulur.
2. Limb-Kinetik Apraksi: Hareketin hızı, akıcılığı, inceliği kaybolur. Sol frontal–anterior parietal/supplementer motor alan lezyonları veya premotor alan lezyonları bundan sorumludur. Tek taraflı olur ve lezyon çaprazındaki ekstremitede açığa çıkar.
3. İdeomotor Apraksi: Bir fikir, bir eylem dizgesine bağlı olarak motor dizgeyi harekete geçirme bozulmuştur. İnferior parietal lob lezyonları neden olur. Hastalar özellikle komut verildiğinde hareket dizisini yanlış gerçekleştirirler. Gerçek nesne ellerine verildiği zaman taklitle gösterildiğinden daha iyi yaparlar. Nesneden bağımsız olarak hareketleri gerçekleştirmede zorlukları vardır. Sol taraf lezyonlarında görülür. Bu tip aprakside hastanın kendisi veya diğerlerinin yaptığı bozuk motor performansın algılanışı da bozulur.
4. İdeatuar Apraksi: Eylemin nasıl yapılacağının mental şeması ve buna bağlı planı bozulur. Bu nedenle kompleks bir dizi hareketin sırası bozulur, tek tek yapılır, ancak peş peşe yapılması istendiğinde yapılamaz.
5. Yürüme Apraksisi: Mediyal frontal korteks lezyonlarında açığa çıkar. Bilateral subkortikal infarkt ve frontal lob medial kısmından çıkıp projekte olan liflerin ventrikül önünden geçerken hidrosefali nedeniyle gerilmeleri sonucu açığa çıkabilir.
6. Konuşma apraksisi (Sözel Apraksi): Dominant inferior frontal bölge sorumludur.
Konuşma apraksisi (Sözel Apraksi) nedir?
Yetişkinlikte ve çocukluk döneminde konuşmanın programlanmasına ilişkin motor bozukluktur. Yetişkin formu normal dil ve konuşma gelişimi sonrası gerçekleşir. Çocukluk çağı apraksik konuşma ise yapısal beyin hasarı sonucunda oluşur. Sensori motor konuşma bozukluğu olarak da tanımlanır. Sözcükleri üretmek ve istemli kas hareketlerini sağlayabilmek için gerekli merkezdeki motor planlama bozukluğudur.
Sıklıkla sesletim problemleri görülür. Bunun yanı sıra fonasyon koordinasyonu, sıklığı ve/veya vurgu etkilidir. Hasta yetersizliğinin farkındadır, sözcük uzunluğu arttıkça sorun artar. Sesletim bozuklukları tutarlı değildir; tekrarlar, uzatmalar veya sözcük değişimlerinde varyasyonlar görülür. Ünsüzlerin sesletimi ünlülerden daha zordur, başlangıç ünsüzleri son ünsüzlerden daha zordur. Özellikle otomatik ve sık kullanılan sözcüklerde mükemmel sesletilen konuşma kısımlarına sıklıkla rastlanır.
FONKSİYONEL DİSFORİLER
Organik bir neden olmadan kasların doğru kullanılmamasından kaynaklanan disfonilerdir.
Yoğun psikolojik baskı altında geçirdiği panik veya senkop ataklardır. Evde yoğun baskı altında olan bayanlarda sıklıkla görülür. Nöromüsküler sistemde meydana gelen inhibisyon sonucu vokal foldlar bir araya gelir ama tam kapanamaz. Erkek çocuklarda ileri yaşlarda ses kalınlaşmaz aynı incelikte kalır. Bu durum mutasyonel falsetto dur. Ses eğitimi gerektirir.
İnsanların uyku saatleri dışında kalan sürenin yaklaşık %75 i sözlü iletişimle geçiyor. % 30 konuşarak % 45 i dinleyerek geçmektedir.
KONUŞMA BOZUKLUĞU * Amerikan Dil Birliği* Ses üretimi konuşma sesi üretimi veya akıcılıkta herhangi bozukluk yada bu bozuklukların herhangi bir bileşimi ile karakterizedir.
Artikülasyon* Dil dudak alt çene dişler damaüın işbirliği halinde çalışarak anlamlı oral semboller oluşturma sürecidir.
Artikülasyon bozukluüu nedenleri
Dizatri* dil fonksiyonu bozulmuştur.
Afazi * Konuşma yavaş ve sıkıntı verici ses kalın ve monoton ses kalitesi tırmalayıcı boğuk gramatik öğeler yoktur.
Serebral palsi parkinsonizm multipli skleroz Amityotrolik lateral skleroz beyin sapı inmesi kortikal inme travmatik beyin sendromu
Apraksi* Motor konuşma bozukluğu vardır. Otomotik hareketler korunmuştur. Tutarlı olmayan artiküler bozukluk mevcuttur. Konuşma merkezinden iletilen komutlar ağızve konuşma organlarına ulaşamamaktadır.
İhmal Sendromu* Serebral lezyonun karşı tarafından gelen herhangi bir uyarana karşı mevcut duyusal motor defistlerle açıklanamayan kayıtsızlık ve tepkisizlik.
Hastanın yürürken hemiplejik tarafını çarpması tabağındaki yemeğin hemiplejik taraftakı yarısını bırakması hemiplejik taraftan seslenildiğinde cevap vermemesi gibi durumlar ihmal amnezisindeki önemli belirtilerdir.
İşitme Kaybına Bağlı Dil ve Konuşma Sorunları
Dil ve konuşma gelişimini engelleyen faktörler arasında işitme kaybının varlığı mutlaka yer almaktadır çünkü dil ve konuşma gelişiminin sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için en önemli faktörlerden birisi de sağlıklı bir işitmenin olmasıdır. İşitme kayıpları, doğası gereği, çocuğun dil ve konuşma gelişiminde gecikmelere ve yetersizliklere neden olacaktır. Dolayısıyla işitme kaybı olan çocukların erken dönemde tanılanması ve gerek çocuğun gerekse ailenin uygun eğitime yönlendirilmesi son derece önemlidir. Aksi takdirde dil ve konuşma gelişiminde güçlükler ortaya çıkacak, bu güçlükler de öğrenme sorunlarından benlik gelişimine; akademik başarısızlıktan iletişim sorunlarına bir dizi problemi beraberinde getirecektir.
İşitme kaybı olan bireylerde karşılaşılabilecek dil ve konuşma sorunları, işitme kaybının ortaya çıkış zamanına, türüne, tanılanma zamanına, derecesine, çocuğun işitme cihazı veya koklear implant kullanmasına, işitme cihazı ve/veya koklear implant kullanma yaşına, aldığı eğitim türüne, vb. pek çok faktöre bağlı olarak farklılaşacaktır. Sonuç olarak işitsel girdinin yetersiz ve/veya eksik olması dil ve konuşma gelişiminde gecikmelere ve sorunlara neden olacaktır.
İşitmenin Dil ve Konuşma Gelişimine Etkisi
Dil ve konuşmanın gelişebilmesi için işitme “olmazsa olmaz” faktörlerden birisidir. İşitme henüz bebek, anne karnında 20 haftalıkken başlamaktadır, yani tipik gelişim gösteren bir bebek 20 haftalık bir işitme deneyimine sahip olarak dünyaya gelmektedir. Dolayısıyla dil ve konuşma gelişimine ilişkin bilgiler her ne kadar doğumdan sonraki süreci ele alsa da bebek anne karnındayken de belirli seslere karşı tepki geliştirmekte, annesinin sesini diğerlerinin sesinden ayırt edebilmektedir. Böylece doğumdan önce başlayarak, akustik bilgiler aracılığıyla işitsel merkez uyarılmakta ve işitsel beyin yolları organize olmaktadır.
Akustik bilgiler çocuğun çevresinde konuşulan dile ait konuşma seslerini ayırt ederek fonetik dağarcığının oluşmasında, bununla bağlantılı olarak da yeni sözcükler öğrenerek dilin gelişmesinde kritik bir öneme sahiptir.
İşitme Kaybı Nedir, Türleri Nelerdir?
Doğuştan veya doğumdan sonra (dil edinimi öncesinde veya sonrasında) dış kulak, orta kulak, iç kulak ve/veya işitme yollarında herhangi bir nedenle ortaya çıkan hasar sonrası işitmenin kaybolması durumudur. İşitme kaybı, kaybın kulağın hangi bölgesinde ortaya çıktığına bağlı olarak, iletim tipi işitme kaybı, sensorinöral tipte işitme kaybı ve mikst tip işitme kaybı şeklinde adlandırılır. Ayrıca işitme kaybı, kaybın derecesine göre de 26-40 dB hafif, 41-55 dB orta, 56-70 dB orta ileri, 71-90 dB ileri, 91 dB ve üzeri çok ileri derece işitme kaybı olarak sınıflandırılır.
İşitme Kaybının Nedenleri Nelerdir?
Doğuştan ortaya çıkan işitme kaybının nedenlerini genetik ve genetik olmayan faktörler olarak temel iki kategoriye ayırabiliriz. Genetik olmayan faktörler %25, genetik faktörler ise %50 oranında etkili olmaktadır. Rubella, herpes simplex virüsü gibi hamilelikte geçirilen enfeksiyonlar, prematüre doğum, düşük doğum ağırlığı, doğumdaki hasarlar, hamilelikte toksin içeren ilaç veya alkol kullanımı, kan uyuşmazlığı, gebelik şekeri, hamilelik süresince kanda zehirlenme, oksijensiz kalma gibi nedenler genetik olmayan faktörler olarak sayılabilir. Genetik faktörlere bağlı kayıplar ise doğumda görülebileceği gibi doğum sonrasında da gelişebilir. Ayrıca Down sendromu, Usher sendromu, Treacher Collins sendromu, Crouzon sendromu, Alport sendromu, Waardenburg sendromu gibi bazı sendromik durumlarda işitme kaybı gözlenebilir.
Kronik orta kulak iltihabı, ototoksik ilaçların kullanımı, menenjit, kızamık, ensefalit, su çiçeği, grip, kabakulak, kafa yaralanmaları, akustik tramva durumlarında da işitme kaybı ortaya çıkabilir.
Hipernazalite
Hipernazalite, konuşma için gerekli olan akustik enerjinin ağızdan çıkması gereken seslerde buruna kaçarak konuşmanın rezonansını bozmasıdır. Hipernazalite, damak yarığına sıklıkla eşlik ettiği için bir takım artikülasyon problemlerine neden olabilmektedir. Bu problemlerin bazıları konuşma terapisi ile düzelebilecek, çocuğun damak deformitesini telafi etmek üzere geliştirdiği süreçlerken, bazıları yapısal sorunlara (hipernazalite ya da diş/çene anomalileri gibi) dayalı zorunlu olarak ortaya çıkan bozukluklardır. Konuşma terapisti değerlendirmesi sırasında bu bozuklukların hangilerinin zorunlu, hangilerinin telafi edici süreçler olduğunu belirleyip, yapısal bozukluklar için doktorlara ya da ortodontiste yönlendirirken, telafi edici süreçler için konuşma terapisine başlatmalıdır.
Hızlı- bozuk konuşma
cluttering
Konuşmanın anormal bir hızda ve düzensiz olması olarak kısaca tanımlanan hızlı- bozuk konuşma (cluttering) için günümüzde araştırmacılar araştırmalar yapmaya devam etmektedirler.
Hızlı-bozuk konuşma da kekemelik gibi bir konuşma akıcılığı bozukluğudur ancak kekemelikten farklıdır. Aşırı ölçüde hızlı, düzensiz, sıklıkla konuyla ilgisiz sözcük veya ifadeler içeren bir konuşma bozukluğudur.
Hızlı-bozuk konuşmada da konuşmanın normal akışında aşırı derecede kırılmalar görülür ve buna aşırı hızlı konuşma, düzgün olmayan tempo, yanlış/eksik sesletme ve söyleyeceğinden emin olamama de eşlik edebilir.
Halihazırda hızlı-bozuk konuşma için (kekemelik terapisinde kullanılan tekniklerle) konuşmanın yavaşlatılması, akıcısızlıkların azaltılması, farkındalığın ve dil organizasyonunun arttırılmasına yönelik terapiler uygulanmaktadır.
PERSEVERATİON Afazide şizofrenide demansta görülen belirtidir. Bir düşüncenin belirtilmesinde ısrar vardır. Zaman ve mekan uyumu olmadan impulsif bıktırıcı tekrarlar. Obsesif Kompulsif bozuklukta da bu tekrarlar görülmektedir.
ENCOHERANS Kopuk tutarsız fikirlerin birbirine zaman mekan oluş hikaye bakımından benzemeksizin birbiri içinde üretilmesidir. Affektif yükü fazla olan şuuraltı materyal bir düzene uymaksızın şuur alanına akıtılır.
VERBAL APRAKSİA Gerekli kelimenın bulunmasındaki güçlüktür. Hastadan ifade etmek istediği şeyi yazmak istendiğinde yapıyor fakat konuşurken ilgili kelimeyi bulamıyor. Bazen kelımelerin ses tonları bozulmaz ses tonu heyecansız ve tek düzedir.
Selen kusurlar
KEKEMELİK
ICD-10 : Ne söylemek istediğini bilmesine karşın bir sesin istem dışı tekrarlanması veya kesilmesi sonucu, kişinin söylemek istediğini söyleyememesine neden olan konuşma ritmindeki bozulmadır.
Yüzde gözlenen davranışlar
- bakışları kaçırmak – gözleri kısmak / yummak / kırpıştırmak
- dudakları büzmek
- dili itmek
- çenenin itilmesi / atması / silkinmesi
- endişeli, korkulu bakışlar
- kas gerilimi
- tremorlar vb.
Baş hareketleri
- başı öne doğru eğme
- başı geriye doğru atma
- başı yana doğru çevirme vb.
Gövde hareketleri
- döndürme
- eğilme
Uzuvların hareketleri
- doğal olmayan el / parmak hareketleri, parmak şaklatma vb.
- doğal olmayan kol, bacak, ayak hareketleri
KONUŞMAKTAN KAÇINMA
KONUŞMASI GEREKEN ORTAMDAN KAÇINMA
Kekemelerin çoğunda nefes alırken konuşmaya çalışma, nefesi bitene kadar zorlanma, nefesi tutup konuşma gibi yanlış solunum özellikleri de gözlenmektedir
Nasıl konuşulduğunu öğrenmeye çalışırken pek çok çocuk 18 ay ile 6 yaş arasında normal akıcılık bozukluğu evresinden geçer. Zamanla azalır.
“Konuşmanın akıcılığının bir biçimde kesintiye uğraması” olarak da tanımlayabileceğimiz
kekemelik durumu da sözel iletişimi etkileyen konuşma bozukluklarından biri olmaktadır. Bireyin
konuşmasında bu tür bir farklılığın olması sadece konuşmasını değil, tüm yaşamını etkileyebilmektedir.
. Kirk (1962) kekemeliği bir ritim bozukluğu olarak kabul eder. Johnson (1964) ise kekemeliği sevimsiz, endişe verici, hipertonik kaçınma reaksiyonu şeklinde tanımlarken, Gökay ve Kasatura (1970) kekemeliği konuşmaktan kaçınan bir kişinin konuşmadan önce gösterdiği kasılma ve reaksiyonlar olarak tanımlamaktadırlar. Ayrıca Enç (1974) kekemeliği, sesli konuşmada sözcük akışının yineleme, takılma, solunum tutuklukları, kas gerilimi gibi nedenlerle engellenip, kesintiye uğraması şeklinde tanımlamaktadır.
Özsoy (1982) ise kekemeliği, kişinin tekrar kekeleme endişesi ile konuşma sesi, hece, kelime ya
da cümlelerinde irkilme, duraklama, uzatma, patlatma, yinelemelerinde ve bazen bunların yanında bir
takım el, kol, vücut hareketleri gibi belirtilerle konuşmasının ritmi ve akıcılığında meydana gelen
bozukluk olarak tanımlamaktadır.
Kekemelik genelde 2 - 5 yaş arasında nadirende ergenlik başladıktan sonra ortaya çıkar.
Bazen travmatik olayların ardından aniden de ortaya çıkabilir.
Kekeleyen çocukarın %80 i yetişkinlikte düzeliyor.
Soy ağaçlarında kekeme olanlarda daha yüksek oranda görülüyor.
Cinsiyet açısından 3 erkeğe karşın 1 kadın şeklindedir.
bu durum erkek fetüsteki yüksek testesteron düzeyi, konuşma ve dil gelişiminde cinsiyetler arasındaki farklılıklar ve bilinçaltı dinamıklerin farklılığı ile açıklanmaktadır.
Dikkat konuşmaya çevri,ldiğinde kekemelik en ağır düzeyde seyreder.
Kekemelerde sıklıkla; hayal kırıklığı, utanç, sözcük korkusu, suçluluk, gerginlik, titreme, engellenme, öfke , agresyon, kararsızlık, bunaltı, düşük benlik değeri bulunur.
İletişim için baskı olmadığı durumlarda kekemelik azalıyor. Örneğin gürültülü ortamlar, şarkı söylerken, sayı sayarkn, bir bebeğe veya hayvana konuşurken vb...
Dikkatleri konuşmadan uzaklaştırınca coşkulu veya hazırlıksız oldukları durumlarda, taklit ederken akıcı konuşurlar.
DİLSEL DURUMSAL ÇEVRESEL bir durum
İlkel kabilerlerde kekemeliğe rastlanılmamıştır.
Johnson 1950; Normal gelişimsel sürece bırakırken, baskı yapılmayan ailelerde çocuklarda kekemelik olmuyor.
Analitik kurama göre; Ferenczi1950 ; Kekemeliğin oral işlevlerle ilgili çatışmalara bağlı olduğunu düşündüğünü belirtmiştir.
Coriat,1930; Kekemeliğin çözümlenmemiş oral-erotık gereksinimlerini doyurmaya yönelik bir girişim olduğunu söylemektedir. Kekemelik oral bir uğraş olarak bilin dışında haz veren bir uğraş olarak algılanır. Sıklıkla görülen blok sembolik bir emme eylemidir.
Fenichel 1945 ; Oral Sadistik dönemde bir saplanma olarak tarif ediyor. Kekemelerin sözcükleri tutması ve hızla bırakması sembolik olarak kabızlık ve ishal yaşaması gibi.
Kekemeler öfkelendiklerinde daha hızlı ve akıcı konuşuyorlar.
TEDAVİ
Kekemeliğin çoğunluk tarafından uygun görülmüş ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Bu konuda birçok tanımlar yapılmıştır. Bazıları kekemeliği duygusal bir rahatsızlığın sonucu olarak algılarken, oldukça bireysel bir davranış olduğu ve belirtilerinin sürekliliğinin kekemenin kişiliği ile yakından ilintili olduğunu vurgulamışlardır. Karmaşık davranış örüntülerini içerdiğinden kekemeliğin ilerleyen süreçte birey kaygı ve üzüntü yaşayarak konuşamama korkusunu fobik bir temele
oturtmaktadır. Çevresindekilerin hoşgörüsüz ve anlayışsız tutumlarının eklenmesiyle kekeleme davranışı daha da ilerlemektedir. Buna ek olarak istendik konuşma sergilememesinden kaynaklanan gerilim düzeyinin yükselmesiyle sorun daha da kalıcı bir niteliğe bürünebilmektedir. Bireysel farklılıkların ve kimliksel ilişkilerin kekeme yetişkinlerde sosyal kabulün sağlanmasına imkân tanıdığı ileri sürülmektedir. Ancak burada unutulmaması gereken bir durumu açıklamakta yarar vardır. Konuşamama kaygısı ile oluşan gerilimin nefes borusu ve ses tellerine iletilmesi ile ilişkili etmenler
olabileceği gibi beynin (cerabral) sol yarı küresinde yer alan konuşma merkezinin (broka) herhangi bir nedenle zedelenmesi ya da nörolojik bozukluğunun bulunması de kekemeliğe neden olan etmen olarak düşünülmelidir.
Kekemeliğin ortaya çıkışı, hiç kuşkusuz çocuğun toplumsal uyumunu aksatır. Çocuk alay konusu olur, konuşmaktan çekinir, her an tutulacağı endişesi içindedir. Bu kısır döngüye giren çocuğun kendisini kurtarması kolay olmaz. Çekingenlik, utangaçlık, güvensizlik gibi ek belirtiler gelişir. Bu durum, çocuğun arkadaş ilişkilerini ve okul başarısını nemli ölçüde etkiler. Kekemelikten önce korkak, çekingen, güvensiz olan ve baskılı yetiştirilen çocuklarda uyumsuzluk daha da belirgin olur. Sinirsel veya sonradan olan kekemelik felç, kontrol edilemeyen kanama, kafa travması gibi beyin hasarlarından sonra meydana gelir. Bu durum beynin farklı alanlarında ki yaralanmalardan sonra gözlenen seyrek bir olaydır ve edinilmiş kekemelik olarak adlandırılır.
Kekemelik, genellikle dil gelişiminin erken dönemler olan 2-6 yaş civarında ortaya çıkar. Bazı durumlarda, okul çağında, nadiren yetişkinlikte de ortaya çıktığı görülebilir. Çocukluk hastalığı olarak bakılır. İstatistiklere göre yarıya yakını kendiliğinden geçer, diğer yarısı kalır. Kekeleyenler içinde bir kaç hafta, bir kaç ay süren ve geçenler vardır. Geçmeyip kalanlar yaklaşık % 50 civarındadır. % 75 kadarı 3,5 yaşından önce başlar.
Erkeklerde daha sık rastlanır. Erkeklerde rastlanan kekemelik küçük yaşlarda ½ oranındadır. İlkokulda bu oran 1/5 olarak değişir. Kızlarda erkeklere oranla spontan iyileşme daha fazladır. Batı kültüründe okul nüfusunun % 10’ unda kekemelik görülmektedir. Uzakdoğu ve Doğu Asya ülkelerinde de sayılar aynıdır. İlkel kavimlerde ise bu oran aynı hatta daha fazladır. Davranış standartlarının yüksek olduğu toplumlarda kekemelik, kriter davranış standardı, çocuktan beklenti, rekabet anlayışı fazladır. Daha toleranslı, rekabet ve cezanın az olduğu toplumlarda kekemelik daha az görülmektedir.
Kekemelik, sözel akıcılıkta aksama özelliği ile asırlardır bilinmektedir. En eski tanımlamalar Biblical Mases’in “Konuşma ve dil yavaşlığı” ve bununla ilgili olan kaçınma davranışına dayanmaktadır. Yaygınlığın farklılık gösterebilmesine rağmen kekemelik, bütün kültürlerde ve etnik gruplarda görülmektedir. Günümüzde dünyada 45 milyondan fazla kişinin bu probleme sahip olduğunu ve tüm çocukların % 5’ inin yaşamlarının bir döneminde kekeledikleri bilinmektedir. A.B.D de 3 milyon ve dünya genelinde 55 milyon kişinin kekelediğini ve kekemeliğin yetişkinlerde % 1 lik yaygınlık oranına
sahip olduğunu kabul edilmektedir. Birçok durumda kekemelik, çarpıcı sosyo ekonomik sonuçlarla, iletişimi ciddi biçimde zayıflatmaktadır.
Kekemeliğin, 2,5-3 yaşları ile 5 yaşları arasındaki çocukların % 4’ ünde görüldüğü ve ileriki yaşlarda bu oranın % 1 civarına düştüğü görülmektedir. Genel nüfusa bakıldığında da bu oranın yaklaşık % 1 olduğu görülmektedir.. Çocuklukta % 4 olan sıklık, ergenlikte azalmaktadır. Bazı araştırmacılar 7 yaş civarında kekemeliğin en sık oranda görüldüğünü ve bu oranın % 4’ e kadar çıktığını ifade etmişlerdir. Çocukların % 12’sinde takifemi ve kekemelik belirlenmiştir.
Kekemelik, erkeklerde kızlara göre yaklaşık 1/3-5 oranında görülmektedir. Kekemelik, erkeklerde kızlara oranla 3-4 kat daha fazla görülür. Düzelme oranı erkeklere oranla kızlarda daha yüksek ve hızlı olup, genelde 16 yaş öncesidir. Bu konuda çeşitli araştırmacılar 2/1 , 4/1, 10/1 gibi çeşitli oranlar vermişlerdir. Yaş ilerledikçe bu oran erkeklerin aleyhine artar. Kekemelik 3’ e 1 ile 5’e 1 oranında erkek çocuklarda kız çocuklarına oranla daha fazla görülmektedir. İyileşmenin kızlarda erkeklerden ciddi biçimde daha sık görülmesiyle birlikte erkeklerin bayanlara oranı çocukluk ve ergenlik
çağı sürecinde yetişkinlikte her bir bayana üç erkek seviyesine ulaşana kadar yükselebilmektedir.
DİL SÜRÇMELERİ
* Parapraksiler* Dr. Booze ye göre beynimiz dil aracılığı ile ifade eden düşüncelerimizi iki ayrı mesaj olarak aynı anda ortaya koyar.İlk mesaj ileriye dönük açık olan bilinçli
Dir. İkincisi ters kapalı aktarı